8 Kasım 2013 Cuma

Simyacı – Paulo Coelho

Felsefi kitaplar genelde hep sıkıcı olur. Hayatı sorgulamaları ve verilemeyecek soruların cevaplarını verirmiş gibi yapıp daha da kafa karıştırırlar. Böylece kimsenin anlamayacağını bildikleri için de ermiş moduna girerler. Aslında bu kendilerinin bilgisizliğidir ve zeytinyağı gibi üste çıkmanın en kolay yoludur.

Paulo Coelho’nun Simyacı kitabı da felsefik bir roman. Çok basit bir hikayesi var ve çok basit bir mesaj veriyor aslında. Hayallerinin peşinden git. O hayaller bazen çok yakının da olsa bile hayallerinin çok uzaktaymış gibi onların peşinden git.

Bunu bir çobanın hikayesi ile anlatıyor. Aslında güzel de başlıyor, güzel de gidiyor. Normal bir hayata dair herşey var. Aşk, hüzün, hayat kazı vs. ama sonra saçmalamalar başlıyor. Rüzgara dönüşmeler vs. Gerçeklikten çıkıyor herşey ve kafa iyice karışıyor. Sonra da süpriz bir son ile bitiyor. Şaşırtıcı bir son ve mesaja uygun.

O ortalardaki saçmalamalar olmasa daha iyi olurdu. Bir de ilk aşkından vazgecip ikincisine başlaması da aşka olan inancı yıkıyor biraz. Bu kadar kolaysa ikinci aşkı içinde tek görüşte vazgeçebilir mesajı veriyor. Bunun dışında güzel bir kitap.

20 Ekim 2013 Pazar

Sana Soyundum – Sylvia Day

Sana Soyundum – Sylvia Day
Son zamanlarda erotik kitaplar oldukça moda. Özellikle E L James'in Grinin Elli Tonu serisi ile bu alanda yazan yazar sayısında da bir patlama yaşandı. Bunlardan en ünlüsü ise Sylvia Day. O da Crossfire serisi ile neredeyse Fifty Shades'in kopyası bir seri çıkarttı ve büyük de bir satış grafiği yakaladı. Böyle olunca insan farklı bir şey mi var diye merak ediyor. Ben de merakıma yenik düştüm ve serinin ilk kitabı olan Sana Soyundum'u okudum.

Okuduktan sonra da taklidin bu kadar olur dedim kendi kendime. İsimler farklı, olaylar farklı ama genel olarak bire bir aynı. Normal bir kız super zengin bir adam tutkulu bir tanışma ve aşk adı altında sürekli sevişmeleri.

Kitabı okuduktan sonra Grinin Elli Tonu size mükemmel geliyor diyebilirim. En azında orada bir tutarlılık ve az da olsa aşk vardı. Burada ise saçmalık var. Kız daha adamın adını bilmiyor, karşılaşıyorlar ve adam onunla yatmak istediğini söylüyor. Kız tokatı çakacağına gülümsüyor. Sonunda adam adım atıyor ve tam kızı yatağa atıcak ama işler ters gidiyor olmuyor. Sonra kadın baştan çıkıyor tam adamı yatağa atıcak bu kez adam hastalık mazereti çıkartıyor. sanki bir süre once hastalık yoktu. Sonunda limuzinde sevişiyorlar ve ilişkileri başlıyor. Sonrası daha komedi. Sürekli bir sorun çıkıyor ayrılıyorlar, sürekli birbirimiz olmadan yapamayız diyip sevişiyorlar. Sayısı sayamadım kaç kere ayrılıp kaç kere sevişerek bir araya geldiklerini.

En saçma kısmı ise kitapta adam sürekli karizmatik ve karanlık olarak tanımlıyor. Gördüğünüz ise kız karşısında sürekli ağlayan sızlanan bir adam. Nesi karizmatik nesi karanlık anlayamıyorsunuz. Neyse erotik kitap istiyorsanız bolca seks var. gerisi harbiden çok boş.

26 Eylül 2013 Perşembe

Aynı Yıldızın Altında – John Green

Gerçekten çok duygusal ve hüzünlü bir kitap ama bu kadar kötü bitmesi insanda hayal kırıklığına neden oluyor diyebilirim. Yine de ağlamak istiyorsanız okuyabileceğiniz kitapların başında geliyor.

Kitapta ölümcül hastalıklar ile boğuşan gençlerin hikayesi anlatılıyor. Katıldıkları destek grubunda tanışan Augustus ile Hazel ilk görüşte birbirlerinden etkileniyorlar aşk yaşamaya başlıyorlar. Hazel çok etkilendiği ama sonu olmayan bir kitabı Augustus'a tavsiye ederiyor ve o da okuyunca etkisi altında kalıyor. Bir şekilde yazara ulaşıyor fakat yazar Amsterdam'da olunca Augustus Tek Dilek hakkını sevdiği kız uğruna kullanıyor ve onu Amsterdam'a yazarı görmeye götürüyor. Fakat yazardan ummadık tepkiler alıyorlar. Yazar onları adeta yerin dibine sokuyor ve evinden gönderiyor. Fakat bu onların aşklarını engellemiyor ve hiç değilse Amsterdam'da romantik zaman geçiriyorlar.

Fakat geri döndüklerinde acı gerçek ile tanışıyorlar. Augustus'un artık fazla zamanı kalmamıştır ve en azından Hazel'den once hayata gözlerini yumacaktır. Fakat bu bile onun aşkının önünde engel oluşturmuyor ve Hazel'in çok istediği sonu kendi yazmaya karar veriyor. Fakat hastalığı buna izin vermiyor ve yatalak hasta haline geliyor. Hazel de aşkını bir an olsun yalnız bırakmıyor fakat acı gerçek ile de karşılaşıyor. Augustus ölmeden once kitabın devam hikayesini yazamıyor fakat son olarak bir mektup ile başkasından istiyor. Kitap da zaten o mektup ile bitiyor.

8 Eylül 2013 Pazar

Şeytanı Uyandırma – John Verdon

Şeytanı Uyandırma – John Verdon
John Verdon'un tüm kitaplarını okudum. Şeytanı Uyandırma romanı da Dave Gurney serisinin üçüncü kitabı ve serinin en kötü kitabı olduğunu söyleyebilirim.

John Verdon kitapları iki özelliği barındırır. Bunlardan birincisi katil litap boyunca işin içindedir ve iyi bir gözlemci iseniz bulmanız mümkündür. İkincisi ise cinayetler gizemlidir ve nasıl yapıldığını bulabilmek bile okuyucuya farklı bir his verir.

Şeytanı Uyandırma romanında bu ikisi de yok. Birincisi katili bulabilmek mümkün değil. İkincisi ise cinayetler çok basit ve hiçbir özel yanı yok. Hatta nedeni daha en başta anlıyorsunuz.

Kitabın en kötü yanı ise sonu diyebilirim. Baştan sona kadar katil kusursuzluğa önem veren, her türlü ayrıntıyı düşünen, peşindekileri farklı yönlendiren biri gibi gösteriliyor fakat sonda çok kolay yakalanıyor. Böyle birinin sonda göz göre göre böyle bir hata yapması pek akla mantığa sığmıyor.

Kitabın kısa özeti ise yıllar once bir grup Mercedes kullanıcısı öldürülüyor ve yıllar sonra bir kız geride kalanların acıları ile bir belgesel hazırlamak istiyor. Dave Gurney de danışman olarak ona yardımcı oluyor. Olayın tam anlamıyla araştırılmadığını farkediyor ve işi derinlemesine araştırıyor. Tabi katil geri dönüyor ve cinayetlerine yine başlıyor. Fakat kim olduğuna dair tek bir iz bile yok. Dave Gurney de tehlikeli bir oyun oynamaya karar veriyor ve katilin kim olduğunu bildiğini katile hissettiriyor. Tabi katil de onun peşine düşüyor.

29 Ağustos 2013 Perşembe

Sokak Kedisi Bob – James Bowen

Sokak Kedisi Bob – James Bowen
Gerçek hikaye olunca insanın okuma isteği daha fazla artıyor. Zaten kitap oldukça da kısa ve başlaması ile bitmesi bir oluyor ama çoğu yerinde sıkılıyorsunuz. Dahası kitap pek inandırıcı gelmiyor.

Hayatta dibe vurmuş ve sokaklarda gitar çalarak hayatını kazanmaya çalışan bir adam. Apartmanın önünde bir kedi buluyor ve onu bir anlamda evlatlık ediniyor. Daha sonra gitar çalmaya da birlikte gidiyorlar ve kedi tüm ilgiyi çekince adam daha fazla para kazanıyor. Tam işler düzelecek derken polis sokakta gitar çalmasını yasaklıyor. Bunun üzerine yasal olarak sokak gazete satıcısı oluyor. Kedi yine ilgi çekiyor ve çok gazete satmaya başlıyor. Tabi diğer gazete satıcıları rahatsız oluyor ve farklı yere gitmek zorunda kalıyor.

Adam aynı zamanda uyuşturucu tedavisi görüyor. Kedi de ona yardımcı oluyor diyebiliriz. Dahası yıllardır ailesi ile görüşmüyor ve kedi sayesinde onlarıda görmeye karar veriyor. Daha sonra kitap teklifi alıyor ve karşınıza bu kitap çıkıyor.

Kitap genel olarak böyle ama inandırıcı gelmiyor. Adamın paraya herşeyden çok ihtiyacı var ama sanki kediyi bilerek işe götürmüyormuş gibi bir hava vermek için herşeyi yapmış. Neymiş kedi çok ısrar ediyormuş. kedinin etkisini görünce götürüyordum demiyor da.

18 Ağustos 2013 Pazar

Kayıp Sembol – Dan Brown

Kayıp Sembol – Dan Brown
Dan Brown gerçekten mükemmel bir yazar ve bunu her yazdığı kitap ile bir kez daha gösteriyor. Kayıp Sembol kitabı da onun Robert Langdon serisinin üçüncü kitabı ve Kayıp Sembol'de macerayı bu kez Amerika'nın başkendi Washington'a taşıyor.

Robert Langdon eski arkadaşının son dakika isteği ile kendini Washington'da buluyor fakat karşısında arkadaşını bulmak yerine onun kesik elini buluyor. Daha sonra kendisinin bir oyunun içine çekildiğini anlıyor fakat artık kaçış mümkün değildir. Kesik elin parmaklarındaki sembollerden yola çıkarak yıllardır kayıp olan piramiti ve piramitin işaret ettiği sırrı bulmak zorundadır.

Robert Langdon efsanenin tamamen uydurma olduğunu düşünür fakat arkadaşını kurtarmak için umutsuzca piramiti aramaya koyulur. Dahası CIA de işin içindedir ve onlar için durum ulusal bir güvenlik meselesidir. Arkadaşının kaçırılmasının nasıl ulusal bir güvenlik sorunu olduğunu anlayamaz fakat sembolleri tek tek çözerek sırra git gide daha da yaklaşır.

Fakat işin arkasındaki kişi hem çok zekidir hem de kimsenin tahmin etmediği kadar gizemli bir kişidir. Robert Langdon'un attığı her adım planlıdır ve sonunda bu kişi planını tamamen gerçekleştirecektir fakat beklediği sır ona arzuladığı sonucu vermeyecektir.

8 Ağustos 2013 Perşembe

Cerrah – Tess Gerritsen

Cerrah – Tess Gerritsen
Polisiye roman tutkunu olunca sürekli daha iyi polisiye romanlar arıyorum. Son olarak Tess Gerritsen ismini geç de olsa duydum ve kitaplarını okumak istedim. Fakat seri halinde pek çok kitabı vardı ve bu yüzden ilk romandan başlamak daha iyi olur diye ilk olarak Cerrah kitabını aldım.

Kitap klasik polisiye romanı. Çok klasik kaldığı için okurken bir dizinin bir bölümünü izliyormuşum gibi hissettim. Seri bir katil cinayetler işliyor ve dedektifler olay yerindeki ip uçlarını inceliyerek adım adım katile gidiyorlar. Yani size pek iş düşmüyor çünkü katili bulmak için delillerin sunulmasını beklemek zorundasınız. Dahası kitap boyunca katil hiç geçmiyor. Yani çabalamak da yersiz kalıyor. Böyle olunca sadece okuyorsunuz ve klasik kitaplardan bir farkı kalmıyor. İnsan polisiye roman olunca katili bulmak için çabalamak istiyor. Ne yazık ki bu kitapta bu yok.

Bir de cinayetleri araştıran polisleri çok yetersiz göstermiş. Özellikle yıllar öncesi olan cinayette apaçık bir delili görmezden gelmeleri pek akıl mantık işi değil. Zaten o delili görseler bu kitabın bir anlamı kalmayacaktı. Yine de kitabı uzatmak için böyle basit hataları eklemek kitabın kurgusuna zarar veriyor.

1 Ağustos 2013 Perşembe

Wool – Hugh Howey

Wool – Hugh HoweyKitap okumayı sevenler için kitap tavsiyesinde bulunan blog sayfaları çok önemlidir. Ne yazık ki Türkiye'de bu tarz blog yazarı bulmak pek mümkün değil. O yüzden bir çok sayfayı okuyup tavsiye edilen kitaplardan birini seçmek zorundasınız.

Böyle olunca dünyanın en büyük kitap satıcısı olan amazon üzerinden okunması gereken kitaplar listesine göz attım ve en tepesinde Hugh Howey'in Wool isimli romanı vardı. Bir de bilim kurgu romanı olunca çok fazla düşünmeden aldım ve okudum.

Kitabın konusu aslında gayet güzel fakat kitap gereğinden fazla uzun. Çok fazla gereksiz detay var ve bazı kısımlar gereğinden fazla uzatılmış. Böyle olunca da kitap boyunca sıkıldığınız yerler oluyor ve kitabın akıcılığı ortadan kalkıyor.

Dışarıdaki hava zehirli olunca insanoğlu kapalı bir mekanda yaşamına devam ediyor ve dış dünya ile tüm bağlantısı kopuk. Herkesin görev dağılımı var fakat en gizemli işi teknoloji bölümü yapıyor. Suç işleyenlerin cezası ile dış dünyaya gönderilerek ölümüne terk edilmesi.

İlk olarak polis müdürünün işi yasaklı işlere kalkıştığı için bu cezayı alıyor. Nedenini araştıran kocası da pek derine inemeden yakalanıyor ve aynı cezayı alıyor. Onun yerine aynı meslekten biri yerine makine bölümünden bir kadın atanıyor ve o da aynı konuyu merak ettiği için ölüm cezası alıyor. Fakat ölümüne terk edildiğinde başka bir yaşam yeri olduğunu görecek kadar uzun yaşıyor. Yeni bulduğu yer onun geldiği yerin aynısı fakat hayat belirtisi yok. Bunun üzerine işin derinliklerine iniyor ve gerçekler ile yüzleşiyor. Şimdi tek sorun bu gerçekleri halkı ile paylaşabilmek için geri dönmenin bir yolunu bulmaktır.

Hugh Howey ilk kitabı olmasına rağmen güzel yazmış fakat bu kadar abartılacak kadar değil. Bilim kurgu romanlarını sevenler için güzel bir roman fakat bana olduğu gibi size de sıkıcı gelebilir.

25 Temmuz 2013 Perşembe

Saftirik Greg’in Günlüğü – Jeff Kinney

Saftirik Greg’in Günlüğü – Jeff Kinney
Kitabın daha doğrusu kitapların adını çok duydum. Ne zaman kitap almaya gitsem raflarda bu kitapları görürdüm. Daha sonra filmleri de çıkmaya başladı. Çocuk kitapları olduğunu bildiğim için almamakta ısrar ediyordum fakat sonunda bu kadar tutulmasının nedenini öğrenmek için aldım ve okudum.

Okudum fakat neden bu kadar tutulduğunu anlayamadım. Karikatürlerden oluşan kısacık bir kitap. Karikatürleri çıkartsan 50 sayfayı bulmaz. İçi bu kadar boş bir kitabın nasıl seri haline getirildiğini, nasıl filminin çekildiğini pek kavrayamıyorum. Sanırım yaşlanıyorum.

Kitapta bir çocuğun komik hikayeleri anlatılıyor fakat hikayelere dair bir detay yok. Böyle oldu diyor ve orada hikayeyi bitiriyor. Böyle olunca benim gibi biraz mantık arıyorsunuz ve bulamıyorsunuz. En azından devamını duymak istiyorsunuz ama yok. Skeç tadında kısa kısa hikayeler sunuyor. Bazısı eğlenceli bazısı saçma.

Zevkler tartışılmaz. Özelliklede kitap zevki hiç tartışılmaz fakat bana göre bir kitap değil.

12 Temmuz 2013 Cuma

Cehennem – Dan Brown

Cehennem – Dan Brown
Dan Brown çoğu kişi gibi benim de en sevdiğim yazarların başında geliyor. Kitaplarını okumak büyük bir zevk. Bir taraftan bir çok yeni bilgi öğrenirken bu öğrendiğiniz bilgiler ile birlikte kendinizi bir maceranın içinde buluyorsunuz. Cehennem romanını daha da güzel yapan ise işin içine İstanbul’un da girmiş olması.

Kitapta yine kahramanımız Robert Langdon’un farklı bir macerası anlatılıyor. Adam gözlerini açtığında kendisini Floransa’da bir hastanede buluyor ve son 48 saatte dair hiçbir şey hatırlamıyor. Tam doktorlar ona vurulduğunu anlatırken hastanede bir saldırıya daha uğruyor ve genç güzel doktor ile kaçıyorlar. İlk iş olarak Amerikan Konsolosluğundan yardım istiyor fakat onlarda onu öldürmesi için aynı kişiyi gönderiyorlar. Bunun üzerine cebinde bulduğu ve Dante’nin Cehennem’ini gösteren bir cihas buluyor ve bunun gizemini çözerek son 48 saatte neler olduğunu bulmaya çalışıyor.

Robert Langdon peşinde o kadar insan varken genç doktor ile birlikte ilk olarak Floransa’nın içinde tarihi bir yolculuğa çıkıyor ve daha sonra Venedik’e geçiyorlar. Profesör gizemli tek tek çözüyor ve işin tahmininden çok daha ciddi bir boyutta olduğunu anlıyor. En sonunda da yolu İstanbul’a düşüyor ve deyim yerinde ise dananın kuyruğu İstanbul’da kopuyor.

Kitabın güzel tarafı sona yaklaştıkça okuduklarınızın aslında ne kadar farklı olduğunu anlamanız. Her seferinde şok biraz daha artıyor ve sonda zaten herşey çözümleniyor. Bu romanın filmi de eminim çok güzel olur ve İstanbul’da çekilecek olması bile insanı şimdiden heyecanlandırıyor.

27 Haziran 2013 Perşembe

Gözlerini Sımsıkı Kapat

Gözlerini Sımsıkı Kapat
Aklında Bir Sayı Tut romanından sonra John Verdon’un tüm romanlarını okumaya karar verdim diyebilirim. Gözlerini Sımsıkı Kapat da serinin ikinci kitabı ve ilk kitaptan pek farkı yok diyebilirim.

Zengin bir ailenin sorunlu kızı düğün gününde kafası kesilerek öldürülünce kızın ailesi süper dedektifimizden olayı çözmek için yardımcı olmasını ister. İlk bakışta cinayet çok açıktır fakat anlaşılamayan ipuçları da mevcuttur. Örneğin katilin kaçtığı yol ansızın sona erer ve cinayet silahını orada bulurlar. Düğünde her şey kaydedilmiştir fakat katil hiç görünmez.

Bunun üzerine dedektifimiz cinayeti araştırmaya başlar ve zamanla işin basit bir cinayet olmadığını anlar. Derinlere indikçe kendisini de tehlikeye atmaya başlar fakat cinayetin temelinde tüm ülkede işlenen seri cinayetlerin nedeni yatar.

Dedektiflik romanlarını sevenler için John Verdon romanları adeta ilaç gibi geliyor diyebiliriz. Bir taraftan katili bulmaya çalışırken diğer taraftan cinayetin nasıl işlendiğini çözmeye çalışıyorsunuz.

15 Haziran 2013 Cumartesi

En Sevdiğim Yazarlar

Son zamanlarda okumaya değer yeni kitaplar bulmak gerçekten zor. Böyle zamanlarda genelde en sevdiğim yazarların okuyamadığım eski kitaplarına yöneliyorum. Bunlardan ilki Cehennem romanı ile yine imdadıma yetişen Dan Brown. Da Vinci Şifresi isimli kitabını okuduğumdan beri hayranıyım ve o zamandan beri çıkan Melekler ve Şeytanlar, Kayıp Sembol kitaplarını da okumuştum. Tam daha eski kitaplarına yönelecekken içinde Türkiye'nin de geçtiği Cehennem romanı ile yetişti. Keşke bu tarz yazarlar yılda 3-4 tane kitap yazabilecek özel yetenekleri olsa.

Yerli yazarlardan ise son zamanlarda Canan Tan dikkatimi çekmeye başladı. Hasret romanını okuduktan sonra ona olan hayranlığım arttı ve tüm romanlarını okuma isteği başladı. Şuan İz isimli romanını aldım ve okumak için sabırsızlanıyorum diyebilirim.

Son zamanlarda ilgimi çeken yazarlardan digger bir isim ise Hande Altaylı. Kahperengi romanı beni çok derinden etkilemişti ve okunması gereken yazarlar listemde yerini aldı. Kitaptan dizi yapıldığını duydum fakat hiç izlemedim. Açıkçası Türkiye'deki dizilerin yersiz uzatılmaları nedeni ile diziyi izlersem kitabın tadını kaçıracağım diye korkuyorum.

Pinkfreud ise artık her genç kızın okuması gereken yazarların başında geliyor. Sorun Bende Değil, Sende ile başlayan ve devam eden kitaplarını çok seviyorum. İnsanın kendi hayatında yaşayıp yüzleşmekten korktuklarını kitapta okuması insana farklı bir his veriyor. Umarım kitaplarına devam eder.

Son olarak kitaplarını elimden bırakamadığım ve her seferinde bir kerede okuyup bitirmek için uğraştığım, uykusuz kaldığım yazar olan John Verdon var. Polisiye romanlarını gerçektne çok seviyorum fakat iki şartım oluyor genelde. Birincisi midenin kaldırabileceği kadar detay olması ve diğeri de yaratıcılık ve gizemin içinde olması. John Verdon'un romanlarında bunları bulmak mümkün. Yaratıcı cinayetler var ve dahası katili bulma oyununa başlamak için ip uçlarını bekleme zorunluluğunuz yok. Eğer çok dikkatli iseniz daha kitabın başlarında katili tahmin edebiliyorsunuz. Öyle zamanlarda da olayın gizemi nedeni ile okumaya merak içinde devam ediyorsunuz.

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Uyuyana Kadar - S J Watson

Uyuyana Kadar - S J Watson
Genelde kitap almadan önce arka kapat yazısını okurum ve etkilenirsem mutlaka alırım. Psikolojik gerilimleri seven biri olarak da Uyuyana Kadar kitabı ile karşılaşınca hemen aldım ve aldıktan sonra iyi ki de almışım diyorum.

Kitabın yazarı S J Watson gerçekten güzel bir romana imza atmış fakat kitabın tek kötü yanı başlarda kendini çok tekrarlaması. Konusu nedeni ile tekrarlamalar normal fakat bunları daha kısa kesebilseymiş çok daha güzel olacakmış.

Kitaptaki kahramanımız uyandığında yatakta yabancı birini buluyor ve tek gecelik bir ilişki olduğunu düşünüyor. Banyoya gidip aynaya baktığında ise yaşlanmış kendisini görüyor. Bir anda çok geçiriyor ve gerçeği öğrenmeye çalışıyor. Uzun bir zaman önce kaza geçirmiştir ve hafızasını kaybetmiştir. Her uyandığında bir önceki günün anıları yok oluyor ve bu böyle yıllarca devam ediyordur.

Fakat bir hafta önce bir doktor ile karşılaşmış ve günlük tutmaya başlamıştır. Günlüğünü okuyunca tüm gerçekleri öğrenir ve yatakta birlikte uyandığı kişinin kocası olduğunu anlar ve dahası onu çok sevmektedir. Fakat günlükte son birkaç gün eksiktir ve kadın gerçek ile yüzleştiğinde her şey için çok geçtir.

16 Mayıs 2013 Perşembe

Alaycı Kuş - Suzanne Collins

Alaycı Kuş - Suzanne Collins
Serinin ikinci kitabını okuduktan sonra merak içinde üçüncü kitabı da alıp okumuştum fakat ikinci kitaptan sonra Alaycı Kuş kitabı tam hayal kırıklığı diyebilirim. Suzanne Collins’in seriyi bu kadar sıradan bitireceğini hiç düşünmemiştim.

Kitap 13. bölgede başlıyor ve Katniss isyancıların simgesi olarak kullanılmaya başlıyor. Capitol ile savaş tüm hızıyla devam ediyor ve Katniss’in tek yapabildiği bir anlamda reklam yüzü olmak. Sonunda Capitol’e gidip Snow’u öldürmek için fırsatı oluyor ve kitap da burada başlıyor aslında yada siz başladığını sanıyorsunuz.

Bundan sonra aksiyon artıyor fakat gerisi çok boş olan bir aksiyon. Birkaç çatışma, içeri sızma vs. derken Capitol’ün göbeğine kadar geliyorlar ve Snow’u öldürmek için plan yapıyorlar. Bu kısımda bari bir yaratıcılık bekliyorsunuz fakat öyle bir son ile karşılaşıyorsunuz ki bu kadar kötü bittiği için şaşırıyorsunuz.

Sanırım yazarda sonun kötü olduğunu anlamış ve sona iki basit sürpriz eklemiş. Birincisi Katniss Snow yerine başkasını öldürmeyi tercih ediyor. Diğeri ise Katniss, Peeta ve Gale arasındaki aşk üçkeninin bitiş şekli diyebilirim. Bu şekilde bitiriyorsan bari neden böyle bir tercih yaptıklarını da açıklasaydı iyiydi. En azından Gale’in nedenini duymak iyi olurdu.

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Ateşi Yakalamak - Suzanne Collins

Kitabı anlatmaya başlamadan önce serinin en güzel kitabı olduğunu söylemem gerekir. Zaten ikinci kitabı okuduktan sonra serinin üçüncü kitabını okuyup bitirmem bir oldu. Kitabın öyle bir sonu var ki üçüncü kitabı okumadan durmanız pek mümkün değil.

Serinin ikinci kitabı Ateşi Yakalamak kazananların turları ile başlıyor. İki aşığı oynamaya devam eden kahramanlarımız istemeden de olsa bir ayaklanmanın öncüsü olurlar. Tansiyon git gide daha fazla artar ve bunun üzerine Katniss’in öldürülmesi şart olmuştur fakat bunu yapmak pek kolay değildir. Bunun üzerine yeni Açlık Oyunları’nın formatı değiştirilir ve kazananlardan oluşan bir oyun düzenlenir. Verilmek istenen mesaj açıktır. Kazananlar bile Capitol’den daha güçlü değildir. Fakat oyunun tek amacı Katniss’i ortadan kaldırmaktır.

Sonunda oyun başlar ve hayatta kalma savaşı tüm hızıyla devam eder. Sonra olanlar ise tam şok edici.

Kitap son zamanlarda gördüğüm en çarpıcı son ile bitiyor. Zaten oyunların başlaması ile kitabı artık elinizden bırakamıyorsunuz. Kitap son bulduğunda da kendi kendinize yuh diyorsunuz ve üçüncü kitabı aramaya başlıyorsunuz.

1 Mayıs 2013 Çarşamba

Açlık Oyunları - Suzanne Collins

Açlık Oyunları - Suzanne Collins
Herkes filmi izledikten sonra çok etkilenmiş ve serinin ikinci ve üçüncü kitabına akın etmiş. Evet, haberler böyle diyor fakat söylemedikleri şey filmin kitabın yanında çok basit kaldığı. Kitaptaki duyguların ve hislerin hemen hemen hiçbiri filmde yer almıyor ve bu yüzden kitabı okuyan biri için film sadece aksiyondan oluşan için boş bir hikayeye dönüşüyor.

Açlık Oyunları filmi ile birçok kişiye ulaştı ve şimdide serinin ikinci filmi geliyor. Eğer kitabı okumadıysanız ve nasıl olsa filmi çıkacak onu izlerin diyorsanız çok şey kaybediyorsunuz demektir.

Filmin özeti, ders olsun diye düzenlenen açlık oyunları, her bölgeden seçilen iki genç yada çocuk, kardeşini kurtarmak için gönüllü olan bir abla, açlık oyunları öncesi açıklanan bir aşk, açlık oyunlarında hayatta kalmak için oynanan bir aşk hikayesi ve mutlu son diyebiliriz. Kitabın özeti ise bunların hepsine derin duygular ve arzuların katılmış hali diyebiliriz.

27 Nisan 2013 Cumartesi

Okunması Gereken 6 Yerli Roman

Kuşkusuz son zamanların en fazla konuşulan romanı Hande Altaylı’nın yazdığı Kahperengi kitabı. Kitaptan uyarlanarak dizi çekilen roman, okurlarına masalımsı bir aşk hikayesi sunuyor. Küçük bir anadolu kasabasından İstanbul’a uzanan ve ilk kez aşkı tadan Narin’in hikayesini anlatan kitap okurlarına duygusal anlar yaşatıyor.

Ece Temelkuran idealleri peşinde koşan bir yazar. Gerek yazarlığı gerekse gazetecili ile tanınan Ece Temelkuran Düğümlere Üfleyen Kadınlar kitabı ile kadınlara nasıl sevilmesi gerektiğini Ortadoğu geçen mükemmel bir hikaye ile anlatıyor. Özellikle kadın okurlara hitap eden kitap sevmeye dair bir klavuz niteliğinde.

Nazan Bekiroğlu sizi, Nar Ağacı kitabı ile tarih içinde duygusal bir aşk hikayesinin içine sokuyor. Trabzon, Tebriz, Tiflis, Batum ve İstanbul arasında geçen savaşlar ile harmanlanmış dramik hikayelerin içinde hem tarihi öğeleri ve güzellikleri hem de sıcacık aşk hikayeleri bulacaksınız.

Canan Tan o kadar mükemmel bir yazarki klasikleşen bir hikayeden mükemmel bir roman ortaya çıkartabiliyor. Hasret kitabıda bir çok insan için klasik sayılabilecek müslüman bir türk ile bir rum kızının aşkını savaşın acı gerçekleri ile birlikte okurlarına sunuyor.

Tarihi olayları İskender Pala kadar etkileyici anlatan başka yazar pek fazla yok. Efsane kitabı ile de bir zamanların en önemli kişilerinden olan Barbaros Hayreddin Paşayı mükemmel bir şekilde analtıyor ve yine herkesi kendine hayran bırakıyor. Efsane Bir Barbaros Romanı eseri ile Barbaros Hayreddin Paşa ile birlikte tarih içinde bir seyahate çıkacaksınız.

Tavsiye edeceğimiz Türk romanlar listesinin altıncı sırasında Çiğdem Anad’ın Sen Kimsin kitabı var. Çarpıcı hikayesi ile bir anda en çok merak edilen kitaplar listesinin tepesinde yer alan roman kimlik arayışındaki insanlara ışık tutuyor.

25 Nisan 2013 Perşembe

Gül Limanı Oteli - Debbie Macomber

Gül Limanı Oteli - Debbie Macomber
Aslında bu tarz romanlar bana sürekli sıkıcı gelir ve o yüzden okumayı pek tercih etmem fakat günümüzde bir Debbie Macomber fırtınası esiyor ve artık bir kitabını okumak şart olmuştu. Gül Limanı Oteli kulağa hoş geliyordu ve birçok kitap arasında onu okumaya karar verdim. İlk düşüncemde yanılmadığımı anladım.

Kitap için tam huzur kitabı diyebiliriz. Güzel ve sade bir dil ile sade hayatlar anlatıyor. Kitabın sonunu tahmin etmek için sizi yormuyor. Kitabı elinizden bırakmanızı engelleyecek gizemler yok. Okurken tamamen güzel duygular içinde olmanızı amaçlayan sade bir kitap.

Kitap üç karakter üzerine kurulmuş ve bu karakterlerin yolu yeni açılan Gül Limanı Otelinde kesişiyor. Biri eşini kaybeden ve bunun üzerine oteli devralan kadın, diğeri yıllar önce trafik kazası sonrası en yakın dostunu kaybeden ve bu yüzden kendini suçlu hisseden kadın, diğeri ise üvey babası ile geçinemeyen ve bu yüzden kaçıp giden bir adam.

Adam üvey babasının durumumun kötüye gitmesi nedeni ile kasabaya geri dönüyor, kadın ise kardeşi evleneceği için. İkisi de geçmişleri ile yüzleşmek zorunda kalıyorlar.

Bu tarz sadece kitapları sevenler için güzel bir kitap fakat benim gibi bir kitapta gizem yada en azından merak uyandıracak hikaye bekleyenler için pekte tavsiye edilecek bir kitap değil.

17 Nisan 2013 Çarşamba

Özgürlüğün Elli Tonu - E L James

Özgürlüğün Elli Tonu - E L James
Sonunda herkesin konuştuğu ve herkesin tartıştığı en iyi kitaplar listesinde yer alan Grinin Elli Tonu serisini tamamladım ve tamamladığım içinde mutluyum. Fakat büyük ihtimal bu serinin devamı gelir gibime geliyor. Büyük ihtimal de Gray’in gözünden anlatılır hikaye. Tutar mı tutar.

Serinin ilk iki kitabından Ana’nın aşkının sadece lafta kaldığını ve hiçbir fedakarlık yapmadığından şikayet ediyordum. Yazarda bunu görmüş ve serinin sonuna bir fedakarlık eklemiş. Sevdiği adamın üzülmemesi için ölümü göze alması güzel hoş ama bunu yaparken de yazar Gray’in tüm karizmasını bitirmiş bence.

Serinin üçüncü kitabı olan Özgürlüğün Elli Tonu’nda serinin ikinci kitabının sonundaki o kısa bölümden sonra ne olacağını merak ederek başladım. Kitabın başı oldukça sıkıcıydı. Bu kısmı okurken serinin ikinci kitabındaki gibi çok büyütülen tehdidin çok basit bitmesinden korkuyordum. Korktuğumda başıma geldi ve bu bir kez daha bana yazarın yaratıcılık konusunda ne kadar aciz kaldığını gösterdi. Sırf bu yönünü kapatmak için bu kadar sevişme sahnesi eklemesi de anlaşılır hale geliyor.

O kadar para varken bu kadar basit hatalar yapması Gray’in karizmayı çizmiş, bu kadar uzun kitapta anlatırken 2-3 sayfada olayı bitirmesi ile de yazar yine karizmasını çizmiş. Üç kitap sonrada Ana sonunda aşkı için bir şey yapması en azından olumlu. Artık Gray’i gerçekten sevdiğini biliyoruz. Sonunda!

11 Nisan 2013 Perşembe

Karanlığın Elli Tonu - E L James

Karanlığın Elli Tonu - E L James
O kadar fazla konuşulduktan sonra ve o kadar fazla tavsiye edildikten sonra dayanamayıp serinin ilk kitabı olan Grinin Elli Tonu kitabını okumuştum ve fazla hoşuma gitmemişti. Kitabın sonu da beni fazla şaşırtmamış ve beklenilenin aksine ikinciyi okumak için bir istek duymuyordum. Fakat kitap insanları nasıl etkiledi ise üçünü de okumadan yorum yapmama konusunda çok tavsiye aldım diyebilirim.

Serinin ikinci kitabı olan Karanlığın Elli Tonu kitabını da sonunda okudum ve nedense üçüncü kitabı okumak için yine bir istek duymuyorum. Büyük ihtimal baskılara dayanamayarak onu da okuyacağım fakat şimdilik ikinci kitaptan biraz bahsedelim.

Serinin ikinci kitabında da Ana’nın aşkı yine sözde kalıyor ve Gray’e karşı aşkını gösterme konusunda sözleri dışında hiçbir şey yok. Dahası Gray ne isterse tersini yapıyor ve bundan da zevk alıyor. Kitapta Gray’in eskilerinden biri işin içine giriyor ve kitaba biraz heyecan katıyor fakat onun sonu da tam hayal kırıklığı. O kadar güvenlik önlemi, o kadar gizemli olaylar olduktan sonra bu kadar basit son bulması yazarın yaratıcılığının sıfır olduğunu gösteriyor.

Gray yine aşkı için her şeyi yaparken Ana sadece söz vermekten başka bir şey yapmıyor fakat sözlerinde de durduğunu görmek pek mümkün değil. Herkes üçüncü kitapta bir şey yaptığını söylüyor da bu kadar şeyden sonra o da bir şey yapsın artık. Zaten sırf üçüncü kitap okunsun diye kitabın sonuna da gizemli bir hava katmışlar. Umarım onun sonu da bu kitaptaki olay gibi basit kalmaz.

4 Nisan 2013 Perşembe

Aklından Bir Sayı Tut - John Verdon

Aklından Bir Sayı Tut - John Verdon
Son zamanlarda bana en fazla tavsiye edilen kitap John Verdon’un Aklında Bir Sayı Tut kitabı. Çok sürükleyici, katili kesinlikle bulamazsın, katili boşver nasıl işlediği çok kafa karıştırıyor gibi bir çok yorum dinledim ve kitabı okumaya karar verdim.
Kitabın ilk sayfaları biraz sıkıcı geldi. Taki ilk aklında sayı tutma meselesine gelene kadar. Ondan sonra zaten bana ne olduğunu pek anlayamadım ve kitap bittiğinde güneş doğmaya başlamıştı. Kitap okumak zevk için yapılır fakat bazı kitaplar vardır bunu zevkten çıkartıp işkenceye çevirir. Fakat bu iyi anlamda çünkü kitabı elinizden bırakamıyorsunuz ve bırakamayınca sabahlıyorsunuz ve bir sonraki gün uykusuz gözler ile zombi gibi dolaşıyorsunuz.
John Verdon hikayeyi mükemmel kurmuş. Katilden daha çok cinayetleri nasıl işlediğini merak ediyorsunuz. Zaten kitabı okurken katili bulabiliyorsunuz. Katil tek bir hata yapıyor ve normalde bulmanız çok zor fakat yazar bu hatayı fazla vurgulayınca siz de farkediyorsunuz fakat kahramanımız son ana kadar farkedemiyor ne yazık ki.
Dediğim gibi kitabı mükemmel yapan cinayetleri nasıl işlediği. Katil kurbanlara bir mektup gönderiyor ve mektupta onu çok iyi tanıdığını ve bedel ödeme zamanı geldiğini belirtiyor. Dahası ne kadar iyi tanıdığını göstermek için ondan aklında bir sayı tutmasını istiyor. Kurban aklında bir sayı tutup ilave zarfı açtığında karşısında tuttuğu sayıyı buluyor.
Polisiye kitapları seviyorsanız mutlaka okumanız gereken bir kitap. Katili bulmak sorun olmayabilir fakat sayı oyununu nasıl yaptığını bulmanız için kitabın sonunu beklemeniz gerekiyor.

30 Mart 2013 Cumartesi

Grinin Elli Tonu

Grinin Elli Tonu
Günlerdir hatta aylardır çevremdeki bir çok kişi E L James’in erotik aşk romanı olan Grinin Elli Tonu’nu tartışıyor ve konuşuyor. Hal böyle olunca kitabı okumak artık farz olmuştu.

Kitabı okuduktan sonra neden bu kadar beğenildiğini ve tartışıldığını anlamak hiç de zor olmuyor. E L James mükemmel bir iş çıkartmış. Bunu söylerken kitaptaki hikayenin mükemmelliğinden değil de daha çok bu basit hikayeyi sunum şekline gidiyor bu iltifatım.

Kitabın konusu inanılmaz basit. Zengin fakat sorunlu bir adam, üniversitesi öğrencisi normal genç bir kız. Adamın çok farklı bir cinsel fantazi dünyası var ve kızı bunun parçası yapmak istiyor fakat kız boyun eğmeye pek istekli değil. Fakat cinselliği daha yeni yaşamaya başlaması nedeni ile adama karşı büyük bir arzu duyuyor ve zamanla aşık oluyor.

Kitabı güzel yapan ilk şey kitabın akıcılığı. Yazar o kadar sade ve eğlenceli bir dil ile anlatıyor ki kitabı sayfaların nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Dahası ne zaman okurun sıkılacağını düşünse araya bir sevişme sahnesi koymuş ve kitabı okurken sıkılmanızı engellemiş. Zaten sevişme sahneleri olmasa 100 sayfalık bir kitap çıkıcak ortaya.

Konunun basitliğini anlatmak için iki örnek vermek yetiyor. Siz hayatınızda,  yada diğer bir söylem ile gerçek hayatta bir kızın ayağının takılıp yakışıklı erkeğin önüne düştüğünü ve başını kaldırdığında onunla göz göze gelip aşık olduğunu gördünüz mü? Çok hikayede ve filmde gördüm ama gerçek hayatta hiç görmedim ve göreni de daha tanımıyorum.

Diğer örnek ise kızı kurtarma sahnesi. Filmlerdeki ve romanlardaki tam zamanında kahramanın gelmesi alışkanlık hale geldi ama gerçek hayatta genelde iş işten geçtikten sonra olur böyle şeyler.
Son olarak çok övülen aşk hikayesi kısmına gelmek istiyorum. Adam kıza aşık ve kızda ballandıra ballandıra adama olan aşkını anlatıyor fakat bunun için kitap boyunca yaptığı tek bir fedakarlık yok. Evet, üçüncü kitapta yapıyormuş da madem o kadar seviyor bunun için üçüncü kitabın sonu mu bekleniyor? Yoksa bunun klasik bir aşk hikayesinden tek farkı cinselliğin olması mı?